Skip to main content

Posts

Showing posts from April, 2021

Büyük İskender ve Diyojen

Diyojen'in adını duyan Büyük İskender onunla tanışmak istiyordu. Bu yüzden bir gün filozof güneşin altında uzanırken İskender onun karşısına geldi. Diyojen de o muhteşem genç adamın varlığını fark etti. Güneş ışığının artık vücuduna düşmediğini kontrol edercesine elini kaldırdı. Karşısındaki yabancı ve kendisi arasındaki elini indirdi ve ona bakmaya başladı. Diyojen için kim olduğunun bir önemi yokmuş gibi görünüyordu, ya da belki kim olduğunu bilmiyordu. Konuşma sırası tekrar imparatora geçti: "Adını duydum, Diyojen. Sana hem köpek diyenler var, hem bilge. Bilmeni isterim ki ben seni bilge sayanlardanım ve hayata karşı olan tavrını, erdemli insanları ve siyası insanları neden reddetttiğini tam olarak anlayamasam da itiraf etmeliyim ki fikirlerin beni oldukça etkiliyor. Diyojen, İskender'in söylediklerini pek ciddiye almıyor gibi gözüküyordu. Tersine, hareketleriyle rahatsız olduğunu belli etmeye başlamıştı. Elleriyle Büyük İskender'in arkasından sızan güneş ışığı
  O KYANUSUN BÜYÜLÜ AĞACI: GORGOE İllustrasyon: http://cuentosinfantilesmedioambiente.blogspot.com/2015/02/gorgoe-el-arbol-magico-de-los-oceanos.html Bir zamanlar Cancaguy adındaki küçük bir adada, balıkçılık ve çiftçilikle geçinen mutlu ve iyi kalpli insanlar yaşarmış. Fakat günün birinde bir kuraklık dönemi başlamış ve tüm su kaynaklarını kurutmuş. Cancaguy halkı ellerinde sadece tuzlu deniz suyu kalınca çok üzülmüş. “Tarlalarımızı ne ile sulayacağız? İçecek suyu nereden bulacağız” demişler. Yine sıcaktan kavrulan günlerin birinde Cancaguy prensi Babur ve küçük kardeşi Alim yeni bir su kuyusu bulmak için yollara düşmüşler. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler, tam geri dönmeye niyetlenirken daha önce görmedikleri bir uçuruma denk gelmişler. Orada, uçurumun tam ortasında bir mağara girişi varmış. Çok meraklı bir çocuk olan Alim abisini mağaraya girmeye ikna etmiş. Çok geçmeden tünelin sonuna vardıklarını haber veren bir ışık görmüşler. Tünelden çıktıklarında ise gördükler

Tango İle Üç Yapar

Peter Parnel tarafından yazılan metnin İspanyolca okumasına  buradan ulaşabilirsiniz. Orijinali ingilizce olan metin, İspanyolcadan türkçeye Berkehan Davran tarafından çevrilmiştir. New York şehrinin ortasında kocaman bir park vardır. Çocukların içinde oynamaktan çok hoşlandığı bu parkın adı Central Park’tır. Parkın içinde oyuncak gemilerin suya açılabileceği bir gölet, yaz sezonu için bir atlıkarınca, bir de kış sezonu için bir buz pateni pisti vardır. Bu kocaman parkta bir hayvanat bahçesi vardır. Her gün, hayvanları ziyarete birçok aile gelir. Ama hayvanat bahçesinde, sadece ziyarete gelen aileler yoktu. Hayvanlar da kendi ailelerini kurarlar. Hayvanat bahçesinde yavru kırmızı pandalar, anne ve babaları, yavru maymunlar, anne maymunlar ve baba maymunlar yaşarlar. Burada türlü türlü hayvan aileleri vardır. Bir alandada penguen aileleri vardır. Her yıl dişi penguenler erkek penguenleri fark etmeye başlarken, erkek penguenler de dişi penguenleri fark etmeye başlar. Bir dişi ve bir erk
 Baykuş Mucaro  Dunyadaki binbir turlu baykus arasinda Mucaro gibisi yok. Porto Riko’da tek başına yaşar. Kucucuk yuvarlak gozleriyle şarkı söylemeye bayılır. İşte bu baykuşun başından geçen güzel bir masal var. Bu baykuşun neden sadece geceleri ortaya çıktığı anlatan bu masal şöyle gidiyor:   Porto Riko adasındaki bir ormanda, her yıl bir şenlik düzenlenirmiş. Bütün hayvanlar da katılırmış. Sabaha kadar şarkı söyler dans edip oynarlarmış. Ama her sene şenliği birilerinin düzenlemesi gerekiyormuş, ve bu şeref her sene başka başka hayvanlara düşüyormuş. O sene ise sıra kuşlardaymış.   Kuşlar, kimin ne yapacağına karar vermek için şenlikten önceki gün toplanmışlar. Davetiyeleri dağıtma görevi kızıl kuyruklu kartala kalmış, çünkü çok hızlıymış ve davetiyelerin zamanında ulaşması gerekiyormuş. Kartal hemen işe koyulmuş, evden eve uçup herkese davetiyelerini vermiş. Akşamleyin Mucaro’nun evine vardığında bir bakmış ki Mucaro daha giyinmemiş bile!   Mucaro! Şenlik davetiyeni geti

Sihirli Okyanus Ağacı Ger

Efsaneye göre Kankaguy adındaki küçük bir adada mutlu ve dost canlısı insanlar yaşarmış. Bu adada yaşayanlar tarım ve balıkçılıkla uğraşırmış. Bir gün adada kuraklık dönemi başlamış ve zamanla adanın tüm su kaynakları kurumuş.  Kankaguy halkı çok üzülmüş çünkü ellerindeki tek su denizdeki tuzlu suymuş. Bitkilerini nasıl sulayacaklarını ve içmek için nereden su bulacaklarını kara kara düşünmeye başlamışlar.  Sıcak bir günde, Kankaguy prensi Babur ve kız kardeşi Alim yeni bir su kuyusu aramak üzere yola koyulmuş. Çok yol katetmişler ve tam vazgeçip geri dönmek üzereyken daha önce hiç görmedikleri dik bir kayalık dikkatlerini çekmiş. Tam ortasında da bir mağaranın girişi bulunuyormuş. Alim her zamanki meraklılığıyla abisini mağaraya girmeleri için ikna etmiş.  Bir süre sonra mağaranın çıkışından gelen bir ışık görmüşler. Dışarı çıktıklarında çok şaşırmışlar, kumsalın ortasında çok güzel bir ağaç duruyormuş. Suyun içindeki güçlü köklerinin etrafı güzel çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç.

Kuş ile Balina

Orjinal: https://www.thespanishexperiment.com/stories/bird-and-whale Çeviren: Yiğit Davutoğlu Bir varmış bir yokmuş, birbirlerini çok seven bir kuş ve bir balina yaşarmış. Kuş balinanın güzeller güzeli gülümsemesini, suyun içinde zarifçe yüzmesini severmiş. Balina ise kuşun muhteşem beyaz tüylerini, onun göklerde süzülmesini izlemeyi severmiş. Kuş ile balina yaz boyunca körfezde buluşmuş, konuşmuş da konuşmuşlar: Ay Dede’den, dalgalardan, okyanustaki gemilerden... Kuş, balinaya onu güldüren espriler yapmış. Balina ise kuşa onu ağlatan şarkılar söylemiş. “Bir gün okyanustaki ailemle tanışabilirsin.” dermiş balina. Kuş ise “Sen de karadaki arkadaşlarımla tanışabilirsin.” diye cevap verirmiş. Her şey mükemmelmiş. Ancak bir balinayla kuş birbirini seviyor diye dünya durmazmış. Yaz güz olmuş, güz de kış… Okyanus soğuyunca balinaların hepsi daha sıcak sulara göç etmek için körfezden ayrılmış.  “Benimle beraber sıcak sulara gel.” demiş balina. “Harika bir yer. Her zaman sıcacık ve yiy

Minik Bencil Fil

Evvel zaman içinde kendinden başka kimseyi düşünmeyen minik bir fil yaşarmış. Bir gün sınıf arkadaşlarıyla oyun oynarken yerden aldığı bir taşı onlara atıvermiş. Taş, eşek C á ndido'nun kulağına gelmiş. Minik eşeğin canı çok yanmış. Öğretmenleri de bu olayı görür görmez eşeğin yardımına koşmuşlar. İyileşmesi için kulağını yara bandıyla sarmışlar. Eşek acılar içinde ağlarken bizim filin tek yaptığı “Ha ha ha ha!” diye gülüp öğretmenlerinden saklanmak olmuş. Ertesi gün olmuş, bizim fil dışarıda tek başına oynuyormuş. Birdenbire çok susamış. Su içmek için yakınlardaki nehre gitmiş. Nehrin kıyısında birkaç geyik kendi hallerinde oynuyormuş. Bunu gören minik fil, bir an bile düşünmeden hortumunu suyla doldurmuş ve geyiklere püskürtmüş. Geyiklerin en küçüğü dengesini kaybetmiş ve nehre düşmüş. Üstelik yüzme de bilmiyormuş. Neyse ki iyi yüzebilen geyiklerden biri suya atlamış ve yüzme bilmeyen zavallı arkadaşını kurtarmış. Minik geyiğe o an bir şey olmamış, ama çok geçmeden üşütüp hasta

Ateş Prensesi

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/cuentos-infantiles/la-princesa-de-fuego-cuento-de-amor-para-ninos/#:~:text=a%20los%20ni%C3%B1os-,El%20cuento%20de%20amor%20de%20'La%20princesa%20de%20fuego'%20para,y%20sincero%20a%20la%20vez Çeviren: Halil İbrahim Karakuş Bir zamanlar çok zengin, bilge, güzeller güzeli bir prenses varmış. Zenginliğinden dolayı ona yalandan ilgi gösterenlerden bıktığı için kendisine en değerli, en samimi ve en içten hediyeyi getiren kişiyle evleneceğini halka duyurmuş. Saray; çiçeklerle, türlü türlü renkte ve çeşitte hediyelerle, aşık şairlerin benzersiz aşk mektuplarıyla dolup taşmıştı. Bunca harika hediyenin arasında gözüne bir taş ilişti; bu sıradan ve kirli bir taşmış. Merakla bu hediyeyi getiren kişiyi çağırmış. Merakına rağmen hediyeyi getiren kişi huzuruna geldiğinde prenses biraz kırgın gözüküyormuş, sonra genç adam anlatmaya başlamış:  - Bu taş size hediye edebileceğim en değerli şeyi temsil ediyor prenses, yani kalbimi. Ayrıca çok i

Pamuk Prenses ve Yedi Uzaylı

Pamuk Prenses çalışkan ve çok uslu bir kızdı, babası ve babasının gazeteci eşi ile güzel bir evde yaşıyordu. Pamuk Prenses ve üvey annesi her sabah gazete alıp beraber güncel haberleri tartışmayı çok severdi. Pamuk Prenses artık büyüyordu ve ileride ne yapmak istediğine karar verme zamanı gelmişti.  Bir sabah üvey annesi onu salona çağırdı ve geleceği hakkında konuşacaklarını söyledi. Pamuk Prenses, çok küçük yaşlardan beri hayalini kurduğu şeyi yapma konusunda kararlıydı. Annesine durumu açıkladı. Pamuk Prenses şarkıcı olmak istiyordu. Kendini bildi bileli duşta şarkı söylüyordu ve fena olmadığını düşünüyordu. Annesi bunun iyi bir fikir olduğunu, fakat şarkıcılıkta bir geleceğe sahip olmak istiyorsa çok çalışması gerektiğini söyledi. Pamuk Prenses neden çalışmak zorunda olduğunu anlamadı. Ünlü olunca herkesin onunla olmak isteyeceğini, ona hediyeler alacağını ve her yere davet edileceğini düşünüyordu. Ayrıca ünlü olunca tüm prensler onunla evlenmek isteyecekti. "Bir kocadan

Düşmanla Karşılaşma

      Düşmanla Karşılaşma Jorge Luis Borges        Yıllarca kaçış ve bekleyişten sonra düşman evimdeydi artık. Tepenin pürüzlü yolundan nefes nefese yokuş yukarı çıktığını pencereden gördüm. Bastonuna dayanmıştı, öyle hantal bir bastondu ki yaşlı elinde baston gibi görünmekten çok bir din adamının asasına benziyordu. Eli kulağındakini algılamam güç oldu, kapıya çelimsizce vuruldu. Baktım, fakat geçmişe özlemle, el yazmalarıma, yarım kalmış çiziktirmelerime, bir de Artemidorus’un rüyalar kitabına, bir tuhaf duruyordu orada, Yunanca bilmiyorum çünkü. Bir gün daha yitip gitti, diye düşündüm. Bir süre anahtarla boğuştum. Adamın yere yığılıvereceğinden korktum ama birkaç kararsız adım atıp bastonunu bıraktı, o bastonu bir daha göremedim, sonra bitap halde yatağıma çöktü. İçimdeki tedirginlik bu adamı pek çok kez hayalinde canlandırmıştı, yine de anca o zaman anladım, Lincoln’un son portresindeki haline kardeşiymişçesine benzediğini. Saat öğleden sonra dörttü.      Beni duyabilmesi için eğil

Bencil Kedi ve Hasta Tavuk

Bir yaz günü tavuk çok kötü grip olmuştu ama yardımına koşacak kimsesinin olmaması onu daha çok üzüyordu. Zavallı tavuk kendi başına iyileşmeye çalışırken bencil komşusu kedi onu ziyaret etmeye karar verdi. Hem nasıl olduğunu öğrenmek hem de çabucak iyileşebilmesi için ona yardım etmek istiyordu. Ne yazık ki, bunlar kedinin komşuna gitmek için uydurduğu bahanelerdi sadece ve gerçekleştirmek gibi bir niyeti yoktu. -         "  Komşumu kandıracağım. Ateşin getirdiği sersemlikle sorunsuz bir şekilde içeri alacak beni." diye düşündü.  Günlerdir yemek yemeyen ve gözü giderek kararan acımasız kedi: "Beni içeri alınca sadece tüyleri kalana kadar onu yolacağım" dedi. Gel gör ki zeki tavuk, kedinin ziyaretinin sebebini çok iyi biliyordu ve onu kandırmak için grip belirtilerini abartmaya karar verdi: -         "  Beni ziyaret etmen ne güzel! Bana yardım edebilir misin kedi? Boğazımdaki iltihabın geçmesi için su kaynatmam gerekiyor. Su kaynatabilir misin beni

MERCAN AĞACI’NIN EFSANESİ

  Kaynak: La Vanguardia, Arjantin ( https://www.lavanguardia.com/participacion/las-fotos-de-los-lectores/20201030/4976695063/anahi-leyenda-flor-ceibo-argentina.html ) Anahí'nin Mucizesi Arjantin’in Paraná kıyılarında, Anahí adında çok zarif olmayan kaba yüz hatlarına sahip yerli bir kadın yaşarmış. Bu kadın, yazın öğleden sonraları Guaraní kabilesinin tüm halkı ile toplanıp şarkı söylermiş. Kabilenin tanrılarından ve sahip oldukları toprağın sevgisinden ilham alan Anahí'nin şarkılarını tüm halk keyifle dinlermiş...  Bir gün beyaz tenli Avrupalı işgalciler Arjantin’e gelmişler, kabileleri yerle bir edip onların topraklarını, tanrılarını ve özgürlüklerini ellerinden almışlar. Anahí, diğer yerlilerle birlikte esir düşmüş. Günlerce ağlamış ve pek çok geceyi uykusuz geçirmiş.  Başlarında nöbet tutan gardiyanı atlatmak için bekleyen Anahí'nin eline bir gün fırsat geçmiş, fakat  kaçarken yanlışlıkla gardiyanı uyandırmış. Hedefine ulaşmak için adamın göğsüne bir hançer saplayıp orm

Bir Parça Peynir

Bir Parça Peynir Günlerden bir gün bir fare deliğinde büyük bir değişim yaşanmış. Anne fare akşam yemeğine yavrularının en çok sevdiği peynirden büyük bir parça getirmiş. Yavrular baba farenin peyniri paylaştırmasını sabırsızlıkla bekliyorlarmış. Her biri iri parçaları seçmiş, sonra da kendi köşelerine çekilerek iştah açıcı peynirlerine gömülmüşler. Topito akşam yemeğinde peynirinin sadece bir parçasını yemiş, geri kalanını da ertesi gün yemek üzere kenara ayırmış. Topita peynirinin yarısını yemiş, diğer yarısını ise canının çekeceği başka bir zamana bırakmak istemiş. Topo ise bir oturuşta hepsini yemiş, yediği gibi de uyuyakalmış. Gecenin bir vakti Topo uyanmış. Bir de ne görelim, güzel bir akşam yemeği yemesine rağmen acıkmış. Karanlıkta, kardeşi Topito’nun yatağına doğru sessizce yaklaşmış. Kardeşinin ayırdığı peynir parçası hemencecik gözüne çarpmış. İki kere bile düşünmeden kendi köşesine götürüp yemiş. Sonra yine huzur içinde uyuyakalmış. 3 saat geçmiş, Topo tekrar uyanmış. Karnı

Ekvador'dan Bir Efsane: İnsan Kılıklı Papağanlar

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/leyendas/los-loros-disfrazados-leyenda-de-ecuador-para-los-ninos/ Ünlü bir Ekvador efsanesinin anlattığına göre, tüm dünyayı etkileyen büyük bir tufandan sonra sadece 2 kardeş hayatta kalmış. İşte bu kız ve oğlan sihirli bir dağa sığınmaya karar vermiş. Dağın sihri şuymuş; sular yükseldikçe dağ da büyüyüp yükselirmiş, böylece hep suyun üstünde kalan bir ada olurmuş. Çocuklar işte bu adadaki bir mağaraya girmişler ama fark etmişler ki yiyecek içecek hiçbir şeyleri yok. İçinde hiçbir şey olmayan bu mağarada nasıl yaşasınlar? Günler boyunca bu küçük adada aranıp durmuşlar ama yiyecek hiçbir şey bulamamışlar. En sonunda, bir gün mağaralarına dönerken bir ağaç görmüşler. Bu ağacın üstünde günlerdir açken hayalini kurdukları tüm yiyecekler varmış. Meyveler, sebzeler, köfteler... O günden sonra her uyandıklarında tüm bu yiyecekler onları bekler olmuş. Tüm bunların nereden geldiğini bir türlü anlayamamışlar! Yiyecekleri kimin getirdiğini

Paraguay Çayı Mate’nin Hikayesi

Paraguay Çayı Mate’nin Hikayesi Yací, gökyüzüne mıhlanmış, ağaçları ve yolları aydınlatan, nehirlerin yataklarını gümüş rengine boyayan ve ormanın karanlığına saklanmış korkunç sesleri ortaya çıkaran Ay'mış. B üyük, muhteşem ve güçlüymüş. Sihir ve ışıktan oluşurmuş. Yací yeryüzüne inmeden önce, insanlar kendi işleriyle o kadar meşgullermiş ki birbirleriyle hiç sohbet etmezlermiş. Bir sabah Yací, bir bulut olan Araí ile birlikte yeryüzüne inmiş. İki küçük kız çocuğuna dönüşüp köyün kuytu yollarında yürümüşler. Söğütlerin, borazan ağaçlarının, sedirlerin ve palmiyelerin arasından geçmişler. Aniden karşılarına bir jaguar çıkıvermiş: sakin ve meydan okuyan bakışlar, parçalamaya hazır pençeler ve kilitlenmeye hazır bir çene… Birdenbire, adeta bir ışık hüzmesi gibi gelen bir ok, hayvanın kalbine saplanıvermiş. Yací ve Araí ne olduğunu anlayamadan, o rmanın diğer ucundan çıkan yaşlı bir avcı onlara dostça el sallamış , arkasını dönüp sessizce oradan ayrılmış. O gece, ay ışığının altında

Bir Meksika Masalı: Köpekler neden birbirlerinin kuyruklarını koklarlar?

  Köpekler neden birbirlerinin kuyruklarını koklarlar ? (Kaynak:  https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/leyendas/por-que-los-perros-se-huelen-la-cola-leyenda-mexicana-para-ninos /)   Bir varmış bir yokmuş, yıllar yıllar önce Meksika’da küçük bir köy varmış. Burada yaşayan köpekler çok üzgünlermiş. Bunlar insanlara karşı çok sadık, çok kibar köpeklermiş. Her zaman onlara eşlik eder, yanlarında durur ve tarladaki işlerinde onlara yardım ederlermiş.  Böylece köpekler insanlara en sadık hayvanlar olmuşlar. Yine de hala üzgünlermiş. Neden biliyor musun? Çünkü insanlara ne kadar en iyi şekilde davranmaya çalışsalar da insanların çoğu onlara kötü davranıyor, onları umursamıyor, ya da küçük görüyormuş.    Günlerden bir gün ,  köpekler bu sorun hakkında konuşmak için Köpekler Meclisi’nde toplanmışlar. Durumun hiç de adil olmadığına ve buna bir çözüm yolu bulmak gerektiğine karar vermişler. Etraflıca konuştuktan sonra bir sonuca varmışlar. Tiáloc isimli tanrının yardımına ihtiyaçları varmı