Skip to main content

Tango İle Üç Yapar


Peter Parnel tarafından yazılan metnin İspanyolca okumasına buradan ulaşabilirsiniz. Orijinali ingilizce olan metin, İspanyolcadan türkçeye Berkehan Davran tarafından çevrilmiştir.


New York şehrinin ortasında kocaman bir park vardır. Çocukların içinde oynamaktan çok hoşlandığı bu parkın adı Central Park’tır. Parkın içinde oyuncak gemilerin suya açılabileceği bir gölet, yaz sezonu için bir atlıkarınca, bir de kış sezonu için bir buz pateni pisti vardır.

Bu kocaman parkta bir hayvanat bahçesi vardır. Her gün, hayvanları ziyarete birçok aile gelir.

Ama hayvanat bahçesinde, sadece ziyarete gelen aileler yoktu. Hayvanlar da kendi ailelerini kurarlar. Hayvanat bahçesinde yavru kırmızı pandalar, anne ve babaları, yavru maymunlar, anne maymunlar ve baba maymunlar yaşarlar. Burada türlü türlü hayvan aileleri vardır.

Bir alandada penguen aileleri vardır.

Her yıl dişi penguenler erkek penguenleri fark etmeye başlarken, erkek penguenler de dişi penguenleri fark etmeye başlar. Bir dişi ve bir erkek penguen tanışıp birbirlerini severlerse bir çift olurlar.

İşte böyle bir penguen alanında, diğerlerinden biraz farklı iki penguen yaşarmış. Birinin adı Roy, birinin adı Silo’ymuş ve bu iki erkek penguen her şeyi beraber yaparmış.

Birbirlerine başlarıyla eğilip selam verirlermiş.

Beraber yürürlermiş.

Beraber şarkı söylerlermiş.

Ve beraber yüzerlermiş.

Roy nereye giderse, Silo da onunla gidermiş.

Dişi penguenlerle fazla zaman geçirmezlermiş, dişi penguenler de onlarla fazla zaman geçirmezmiş. Onun yerine Roy ve Silo boyunlarını birbirlerine dolarlarmış. Bakıcıları Gramzay bir gün bunu fark etmiş ve kendi kendine “Sanırım birbirlerine aşıklar.” diye düşünmüş.

Roy ve Silo diğer penguenlerin kendilerine ev yaptıklarını fark etmiş, onlar da kendilerine taştan bir yuva yapmış. Her gece bu yuvada beraber uyuyorlarmış, tıpkı çoğu diğer penguen çifti gibi.

Her sabah, Roy ve Silo beraber uyanıyorlarmış. Bir gün uyandıklarındaysa diğer çiftlerin, ikisinin yapamadığı bir şeyler yaptığını fark etmişler.

Anne penguenler yumurtlamış. Yumurtaların kabukları kırılıp yavru penguenler yumurtadan çıkana kadar da anne ve baba penguenler sırayla yumurtalarını sıcak tutuyormuş.

Roy ve Silo’nun üstüne oturup sıcak tutacak yumurtaları yokmuş. Sevecek, besleyecek, şımartacak bir civcivleri yokmuş. Yuvaları güzelmiş ama içi boşmuş.

Bir gün Roy diğer penguenlerin üstlerine oturduğu şeylere benzeyen bir şey bulmuş ve yuvasına getirmiş.

Getirdiği sadece bir çakılmış, ama Silo yine de üstüne çok dikkatle oturmuş. Ve oturduğu yerde kalmış. Sonra devam etmiş oturmaya.

Silo uykusu gelince uyurmuş, uyanınca da Roy ile yer değiştirir, yüzmeye gidermiş. Roy ve Silo günlerce kuluçkaya yatmışlar.

Ama hiçbir şey olmamış.

Bunu gören bakıcıları Gramzy’nin aklına bir fikir gelmiş.

Terk edilmiş ve ilgiye ihtiyaç duyan bir yumurta bulmuş ve Roy’la Silo’nun yuvasına bırakmış.

Roy ve Silo çoktan ne yapmaları gerektiğini biliyormuş. Yumurtayı yuvalarının ortasına yerleştirmişler, her tarafı ısınsın diye de her gün yumurtayı çevirmişler. Bazı günler Roy yuvada kalmış ve Silo yemek aramaya gitmiş. Diğer günlerse yumurtaya Silo bakmış.

Sabah demeden akşam demeden, yemek saatinde de yüzme saatinde de kuluçkada kalmışlar.

Ayın başında, sonunda, her gününde kuluçkaya yatmışlar.

Ta ki yumurtanın içinden bir ses duyana kadar. “Cik, cik, cik, cik” demiş ses. Roy ve Silo cevap vermiş: “Vak, vak, vak”. “Cik cik” diye cevaplamış yumurta.

Aniden yumurta kabuğundaki bir delikten bir penguen görünmüş. Sonra da…

Yavru yumurtadan çıkmış. Beyaz, kıvırcık tüyleri ve komik siyah bir gagası varmış. Artık Roy ve Silo baba olmuşlar. Adını Tango koyalım, çünkü tango iki kişiyleyapılır, diye düşünmüş Gramzay.

Roy ve Silo, Tango’ya acıktığında nasıl onlara seslenebileceğini öğretmiş. Onu gagalarıyla beslemişler, akşam olduğunda da yuvalarına sokmuşlar. Tango hayvanat bahçesinde iki babası olan ilk penguenmiş.

Tango hızlıca yuvadan çıkabilecek kadar büyümüş. Diğer penguen ailelerinin yaptığı gibi Roy ve Silo da Tango’yu yüzmeye götürmüş.

Hayvanat bahçesine giden tüm çocuklar da Tango ve iki babasını diğer penguenlerle birlikte penguen alanında oynarken görmüş.

“Bravo Roy!”, “Bravo Silo!”, “Hoş geldin Tango!” diye bağırmışlar.

Güneş batarken üç penguen yuvalarına dönmüş.

Alandaki diğer penguenler gibi beraber dönmüşler, hayvanat bahçesindeki diğer hayvanlar gibi, etraflarındaki kocaman şehirdeki diğer tüm aileler gibi, uykuya dalmışlar.


 

 


Comments

Popular posts from this blog

Ateş Prensesi

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/cuentos-infantiles/la-princesa-de-fuego-cuento-de-amor-para-ninos/#:~:text=a%20los%20ni%C3%B1os-,El%20cuento%20de%20amor%20de%20'La%20princesa%20de%20fuego'%20para,y%20sincero%20a%20la%20vez Çeviren: Halil İbrahim Karakuş Bir zamanlar çok zengin, bilge, güzeller güzeli bir prenses varmış. Zenginliğinden dolayı ona yalandan ilgi gösterenlerden bıktığı için kendisine en değerli, en samimi ve en içten hediyeyi getiren kişiyle evleneceğini halka duyurmuş. Saray; çiçeklerle, türlü türlü renkte ve çeşitte hediyelerle, aşık şairlerin benzersiz aşk mektuplarıyla dolup taşmıştı. Bunca harika hediyenin arasında gözüne bir taş ilişti; bu sıradan ve kirli bir taşmış. Merakla bu hediyeyi getiren kişiyi çağırmış. Merakına rağmen hediyeyi getiren kişi huzuruna geldiğinde prenses biraz kırgın gözüküyormuş, sonra genç adam anlatmaya başlamış:  - Bu taş size hediye edebileceğim en değerli şeyi temsil ediyor prenses, yani kalbimi. Ayrıca çok i

Büyük İskender ve Diyojen

Diyojen'in adını duyan Büyük İskender onunla tanışmak istiyordu. Bu yüzden bir gün filozof güneşin altında uzanırken İskender onun karşısına geldi. Diyojen de o muhteşem genç adamın varlığını fark etti. Güneş ışığının artık vücuduna düşmediğini kontrol edercesine elini kaldırdı. Karşısındaki yabancı ve kendisi arasındaki elini indirdi ve ona bakmaya başladı. Diyojen için kim olduğunun bir önemi yokmuş gibi görünüyordu, ya da belki kim olduğunu bilmiyordu. Konuşma sırası tekrar imparatora geçti: "Adını duydum, Diyojen. Sana hem köpek diyenler var, hem bilge. Bilmeni isterim ki ben seni bilge sayanlardanım ve hayata karşı olan tavrını, erdemli insanları ve siyası insanları neden reddetttiğini tam olarak anlayamasam da itiraf etmeliyim ki fikirlerin beni oldukça etkiliyor. Diyojen, İskender'in söylediklerini pek ciddiye almıyor gibi gözüküyordu. Tersine, hareketleriyle rahatsız olduğunu belli etmeye başlamıştı. Elleriyle Büyük İskender'in arkasından sızan güneş ışığı

Sihirli Okyanus Ağacı Ger

Efsaneye göre Kankaguy adındaki küçük bir adada mutlu ve dost canlısı insanlar yaşarmış. Bu adada yaşayanlar tarım ve balıkçılıkla uğraşırmış. Bir gün adada kuraklık dönemi başlamış ve zamanla adanın tüm su kaynakları kurumuş.  Kankaguy halkı çok üzülmüş çünkü ellerindeki tek su denizdeki tuzlu suymuş. Bitkilerini nasıl sulayacaklarını ve içmek için nereden su bulacaklarını kara kara düşünmeye başlamışlar.  Sıcak bir günde, Kankaguy prensi Babur ve kız kardeşi Alim yeni bir su kuyusu aramak üzere yola koyulmuş. Çok yol katetmişler ve tam vazgeçip geri dönmek üzereyken daha önce hiç görmedikleri dik bir kayalık dikkatlerini çekmiş. Tam ortasında da bir mağaranın girişi bulunuyormuş. Alim her zamanki meraklılığıyla abisini mağaraya girmeleri için ikna etmiş.  Bir süre sonra mağaranın çıkışından gelen bir ışık görmüşler. Dışarı çıktıklarında çok şaşırmışlar, kumsalın ortasında çok güzel bir ağaç duruyormuş. Suyun içindeki güçlü köklerinin etrafı güzel çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç.