Skip to main content

Pamuk Prenses ve Yedi Uzaylı

Pamuk Prenses çalışkan ve çok uslu bir kızdı, babası ve babasının gazeteci eşi ile güzel bir evde yaşıyordu. Pamuk Prenses ve üvey annesi her sabah gazete alıp beraber güncel haberleri tartışmayı çok severdi. Pamuk Prenses artık büyüyordu ve ileride ne yapmak istediğine karar verme zamanı gelmişti. 
Bir sabah üvey annesi onu salona çağırdı ve geleceği hakkında konuşacaklarını söyledi. Pamuk Prenses, çok küçük yaşlardan beri hayalini kurduğu şeyi yapma konusunda kararlıydı. Annesine durumu açıkladı. Pamuk Prenses şarkıcı olmak istiyordu. Kendini bildi bileli duşta şarkı söylüyordu ve fena olmadığını düşünüyordu. Annesi bunun iyi bir fikir olduğunu, fakat şarkıcılıkta bir geleceğe sahip olmak istiyorsa çok çalışması gerektiğini söyledi. Pamuk Prenses neden çalışmak zorunda olduğunu anlamadı. Ünlü olunca herkesin onunla olmak isteyeceğini, ona hediyeler alacağını ve her yere davet edileceğini düşünüyordu. Ayrıca ünlü olunca tüm prensler onunla evlenmek isteyecekti. "Bir kocadan başka neye ihtiyacın olabilir ki?" diyordu herkes. Evden ayrılıp şansını denemeye karar verdi. Birkaç gün üst üste iş aradı, ta ki güzel bir sabah binaların arasından gelen loş yeşil bir ışık gözüne çarpana kadar. Işığa yaklaştı ve üstünde parlak gümüş bir uzay mekiği olan neon tabelada şu yazıyordu: "UZAYLILAR GRUBU SOLİST ARIYOR" Pamuk Prenses zili çaldı. Sessizce açılan kapıdan içeri endişeyle girdi. Baterisi, elektro gitarı ve bilmediği daha bir sürü enstrümanı olan bir grup çıktı karşısına. Hepsi de üzerinde "UZAYLILAR" yazan yeşil bir tişört giyiyordu. Pamuk Prenses'i içeri davet ettiler ve Pamuk "Şarkıcı mı arıyorsunuz?" diye sordu. "Çünkü doğru kişiyi buldunuz." Gruptakilerden biri öncelikle bir mülakattan geçmesi gerektiğini söyledi ve Pamuk Prenses'i soru yağmuruna tuttular. - Müzik teorisi okudun mu? - Dans etmeyi biliyor musun? - Müzik notalarını biliyor musun? - Dizek ne biliyor musun? - Bir enstrüman çalıyor musun? Pamuk Prenses'in yüzü soluklaştı, ne diyeceğini bilemiyordu, sanki Çince konuşuyorlardı. Kendisinden ne beklediklerine dair tek bir kelime bile anlamadığı için vedalaşıp annesiyle konuşmaya gitti. Ona her şeyi anlattı ve haklı olduğunu, iyi bir şarkıcı olmak için çok çalışması gerektiğini söyledi. Annesi, müzik ve dans konservatuvarına kaydolmasına ve özel piyano dersleri verecek birini bulmasına yardım etti. Bir süre sonra Pamuk Prenses tekrar Uzaylılar grubunu aramaya gitti. Ama o da ne!? Artık öyle bir grup yoktu, solist bulamadıkları için dağılmışlardı. Pamuk Prenses onlara çok çalıştığını, hayali uğruna tüm gücüyle savaşmaya ve en iyi şarkıcılardan biri olmak için çabalamaya hazır olduğunu söyledi. Gece gündüz prova yapmaya başladılar. Harika şarkılar yazdılar ve civarda konserler verdiler. Bir gün başkentte büyük bir konser fırsatı yakaladılar. Tüm afişler yeni grubu duyurdu: "PAMUK PRENSES VE YEDİ UZAYLI" Şarkı söylemeye başladıklarında, bilinmeyen bir grup oldukları ve herkes yıldız sanatçıları beklediği için kimse onları dinlemedi. Ama Pamuk Prenses çok çalışmış ve çok iyi hazırlanmıştı, harika şarkı söyledi. Ayrıca şarkıları çok hareketliydi ve Uzaylılar muhteşem çalıyordu, dans eden ve durmadan alkışlayan seyirciyi coşturmayı başardılar. Böylelikle konserin gerçek yıldızları oldular. O günden sonra grup çok başarılı oldu. Pamuk Prenses artık bir prensle evlenme hayali kurmuyordu, şöhreti veya hediyeleri de umursamıyordu. Şarkı söylemeye devam etmek istiyordu, çünkü gerçekten sevdiği ve çok çaba gösterdiği bir şeydi. Büyük bir ders almıştı: Herkes, özgür ve mutlu insanlar olmak ve hedeflerine ulaşmak için çok çaba göstermeliydi. 

 Kaynak: Siete rompecuentos para siete noches: Guía didáctica para una educación no sexista dirigida amadres y padres https://web.ua.es/es/unidad-igualdad/secundando-la-igualdad/documentos/actua/educacion-infantil/siete-rompecuentos.pdf İllüstrasyon: Mónica Carretero Sáez

Comments

Popular posts from this blog

Ateş Prensesi

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/cuentos-infantiles/la-princesa-de-fuego-cuento-de-amor-para-ninos/#:~:text=a%20los%20ni%C3%B1os-,El%20cuento%20de%20amor%20de%20'La%20princesa%20de%20fuego'%20para,y%20sincero%20a%20la%20vez Çeviren: Halil İbrahim Karakuş Bir zamanlar çok zengin, bilge, güzeller güzeli bir prenses varmış. Zenginliğinden dolayı ona yalandan ilgi gösterenlerden bıktığı için kendisine en değerli, en samimi ve en içten hediyeyi getiren kişiyle evleneceğini halka duyurmuş. Saray; çiçeklerle, türlü türlü renkte ve çeşitte hediyelerle, aşık şairlerin benzersiz aşk mektuplarıyla dolup taşmıştı. Bunca harika hediyenin arasında gözüne bir taş ilişti; bu sıradan ve kirli bir taşmış. Merakla bu hediyeyi getiren kişiyi çağırmış. Merakına rağmen hediyeyi getiren kişi huzuruna geldiğinde prenses biraz kırgın gözüküyormuş, sonra genç adam anlatmaya başlamış:  - Bu taş size hediye edebileceğim en değerli şeyi temsil ediyor prenses, yani kalbimi. Ayrıca çok i

Büyük İskender ve Diyojen

Diyojen'in adını duyan Büyük İskender onunla tanışmak istiyordu. Bu yüzden bir gün filozof güneşin altında uzanırken İskender onun karşısına geldi. Diyojen de o muhteşem genç adamın varlığını fark etti. Güneş ışığının artık vücuduna düşmediğini kontrol edercesine elini kaldırdı. Karşısındaki yabancı ve kendisi arasındaki elini indirdi ve ona bakmaya başladı. Diyojen için kim olduğunun bir önemi yokmuş gibi görünüyordu, ya da belki kim olduğunu bilmiyordu. Konuşma sırası tekrar imparatora geçti: "Adını duydum, Diyojen. Sana hem köpek diyenler var, hem bilge. Bilmeni isterim ki ben seni bilge sayanlardanım ve hayata karşı olan tavrını, erdemli insanları ve siyası insanları neden reddetttiğini tam olarak anlayamasam da itiraf etmeliyim ki fikirlerin beni oldukça etkiliyor. Diyojen, İskender'in söylediklerini pek ciddiye almıyor gibi gözüküyordu. Tersine, hareketleriyle rahatsız olduğunu belli etmeye başlamıştı. Elleriyle Büyük İskender'in arkasından sızan güneş ışığı

Sihirli Okyanus Ağacı Ger

Efsaneye göre Kankaguy adındaki küçük bir adada mutlu ve dost canlısı insanlar yaşarmış. Bu adada yaşayanlar tarım ve balıkçılıkla uğraşırmış. Bir gün adada kuraklık dönemi başlamış ve zamanla adanın tüm su kaynakları kurumuş.  Kankaguy halkı çok üzülmüş çünkü ellerindeki tek su denizdeki tuzlu suymuş. Bitkilerini nasıl sulayacaklarını ve içmek için nereden su bulacaklarını kara kara düşünmeye başlamışlar.  Sıcak bir günde, Kankaguy prensi Babur ve kız kardeşi Alim yeni bir su kuyusu aramak üzere yola koyulmuş. Çok yol katetmişler ve tam vazgeçip geri dönmek üzereyken daha önce hiç görmedikleri dik bir kayalık dikkatlerini çekmiş. Tam ortasında da bir mağaranın girişi bulunuyormuş. Alim her zamanki meraklılığıyla abisini mağaraya girmeleri için ikna etmiş.  Bir süre sonra mağaranın çıkışından gelen bir ışık görmüşler. Dışarı çıktıklarında çok şaşırmışlar, kumsalın ortasında çok güzel bir ağaç duruyormuş. Suyun içindeki güçlü köklerinin etrafı güzel çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç.