Skip to main content

Sihirli Okyanus Ağacı Ger




Efsaneye göre Kankaguy adındaki küçük bir adada mutlu ve dost canlısı insanlar yaşarmış. Bu adada yaşayanlar tarım ve balıkçılıkla uğraşırmış. Bir gün adada kuraklık dönemi başlamış ve zamanla adanın tüm su kaynakları kurumuş. 

Kankaguy halkı çok üzülmüş çünkü ellerindeki tek su denizdeki tuzlu suymuş. Bitkilerini nasıl sulayacaklarını ve içmek için nereden su bulacaklarını kara kara düşünmeye başlamışlar. 

Sıcak bir günde, Kankaguy prensi Babur ve kız kardeşi Alim yeni bir su kuyusu aramak üzere yola koyulmuş. Çok yol katetmişler ve tam vazgeçip geri dönmek üzereyken daha önce hiç görmedikleri dik bir kayalık dikkatlerini çekmiş. Tam ortasında da bir mağaranın girişi bulunuyormuş. Alim her zamanki meraklılığıyla abisini mağaraya girmeleri için ikna etmiş. 

Bir süre sonra mağaranın çıkışından gelen bir ışık görmüşler. Dışarı çıktıklarında çok şaşırmışlar, kumsalın ortasında çok güzel bir ağaç duruyormuş. Suyun içindeki güçlü köklerinin etrafı güzel çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç... Ağacın etrafında ise farklı türden hayvanların su içtiği küçük bir göl… 

Babur ve kız kardeşi daha önce hiç bu ağaca benzer bir şey görmemiş. Kumsalın ortasında sularla ve çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç... Ona yaklaştıklarında ağaç konuşmaya başlamış. Babur ve kız kardeşi çok korkmuş. 

“Korkmayın.” demiş ağaç. “Benim adım Ger, sihirli bir okyanus ağacıyım. Görevim deniz suyunu tuzdan arındırmak. Yapraklarım etrafımdaki deniz suyuna girerek oradaki tuzu içine çeker. Ondan sonra su, yapraklarımı kıyıya sürükler ve yapraklarım orada çiçeklere dönüşür. Suyu içebilirsiniz, gelin, suyun tadına bakın.” 

Sihirli okyanus ağacı doğruyu söylüyormuş. Suyun tadı çok güzelmiş. Çocuklar, bu güzel haberi vermek için koşa koşa köyün kralı Bisar’ın yanına gitmiş. İlk başta kimse onlara inanmamış ama çocuklar ısrar etmiş. Çocuklar o kadar heyecanlıymış ki köyün sakinleri onlarla birlikte sihirli ağacı görmeye gitmiş ve çocukların doğruyu söylediğini anlamışlar. Hepsi mutluluktan havalara uçmuş.

Kankaguy halkı ağaca çok iyi davranmış. Bunun karşılığında, ağaç da onlara içmeleri ve ürünlerini sulamada kullanmaları için su vermiş. Ne var ki sihirli ağacın hikayesi zamanla başka yerlere yayılmış. Kendi krallığını perişan etmiş olan Zalim Tartor adındaki hırslı bir kral ağacı ele geçirmek için köye gelmiş. Ağacı kesmiş ve gemisine koyup götürmüş. Fakat bu yaptığının cezasını çekmiş, ağacı götürürken bir anda fırtına çıkmış ve gemiyi ortadan ikiye ayırmış. Ağaç da geminin mürettebatıyla birlikte batmış. 

Kankaguy sakinleri çok iyi ve onurlu insanlar oldukları için onlara bir ödül verilmiş. Ger’in eskiden olduğu yerde yeni bir ağaç yeşermiş. Köy halkı çok geçmeden tekrar taze suya kavuşmuş ve bir daha hiç kuraklık sıkıntısı çekmemiş.

Çeviri: Emine Nur Kılıç



Comments

Popular posts from this blog

Ateş Prensesi

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/cuentos-infantiles/la-princesa-de-fuego-cuento-de-amor-para-ninos/#:~:text=a%20los%20ni%C3%B1os-,El%20cuento%20de%20amor%20de%20'La%20princesa%20de%20fuego'%20para,y%20sincero%20a%20la%20vez Çeviren: Halil İbrahim Karakuş Bir zamanlar çok zengin, bilge, güzeller güzeli bir prenses varmış. Zenginliğinden dolayı ona yalandan ilgi gösterenlerden bıktığı için kendisine en değerli, en samimi ve en içten hediyeyi getiren kişiyle evleneceğini halka duyurmuş. Saray; çiçeklerle, türlü türlü renkte ve çeşitte hediyelerle, aşık şairlerin benzersiz aşk mektuplarıyla dolup taşmıştı. Bunca harika hediyenin arasında gözüne bir taş ilişti; bu sıradan ve kirli bir taşmış. Merakla bu hediyeyi getiren kişiyi çağırmış. Merakına rağmen hediyeyi getiren kişi huzuruna geldiğinde prenses biraz kırgın gözüküyormuş, sonra genç adam anlatmaya başlamış:  - Bu taş size hediye edebileceğim en değerli şeyi temsil ediyor prenses, yani kalbimi. Ayrıca çok i

Büyük İskender ve Diyojen

Diyojen'in adını duyan Büyük İskender onunla tanışmak istiyordu. Bu yüzden bir gün filozof güneşin altında uzanırken İskender onun karşısına geldi. Diyojen de o muhteşem genç adamın varlığını fark etti. Güneş ışığının artık vücuduna düşmediğini kontrol edercesine elini kaldırdı. Karşısındaki yabancı ve kendisi arasındaki elini indirdi ve ona bakmaya başladı. Diyojen için kim olduğunun bir önemi yokmuş gibi görünüyordu, ya da belki kim olduğunu bilmiyordu. Konuşma sırası tekrar imparatora geçti: "Adını duydum, Diyojen. Sana hem köpek diyenler var, hem bilge. Bilmeni isterim ki ben seni bilge sayanlardanım ve hayata karşı olan tavrını, erdemli insanları ve siyası insanları neden reddetttiğini tam olarak anlayamasam da itiraf etmeliyim ki fikirlerin beni oldukça etkiliyor. Diyojen, İskender'in söylediklerini pek ciddiye almıyor gibi gözüküyordu. Tersine, hareketleriyle rahatsız olduğunu belli etmeye başlamıştı. Elleriyle Büyük İskender'in arkasından sızan güneş ışığı