Skip to main content

ADA LOVELACE - MATEMATİKÇİ

Bir zamanlar makineleri çok seven Ada isimli bir kız varmış. Aynı zamanda uçmanın hayalini kurarmış. Kanatların boyutu ve gövdenin ağırlığı arasındaki dengeyi çözebilmek için kuşları incelermiş. Farklı malzemelerden yararlanır ve çeşitli tasarımlar yaratırmış. Hiçbir zaman kuş gibi süzülmeyi başaramamış ama “Flyology” (Uçma Bilimi) isminde keşiflerinin yer aldığı resimli güzel bir kitap yazmış.

 Bir gece, Ada bir baloya katılmış ve orada Charles Babbage adında yaşlı ve huysuz bir matematikçi ile tanışmış. Ada da aynı zamanda bir matematik dehasıymış. Bu yüzden hemen iyi arkadaş oluvermişler. Charles onu kendi icat ettiği makineyi görmesi için davet etmiş. Bu makinenin ismi “fark makinesi[1] imiş ve toplama ve çıkartma işlemlerini hızlıca yapmaya yararmış. Daha önce hiç kimse böyle bir şey yapmamış.

 

Ada büyülenmiş.

 

-Ya daha karmaşık işlemler yapabilecek bir makine icat etsek? diye sormuş Ada. İkisi de büyük bir heyecanla işe koyulmuş. Makine kocamanmış ve çalışması için kocaman bir buhar makinesi gerekiyormuş.

Ama Ada bunu daha da geliştirmek istemiş.

 

-Peki öyle bir makine yapsak ki hem müzik çalsa hem de sayılarla beraber harfleri de bize gösterse?

 

Ada’nın bahsettiği şey bilgisayarın ta kendisiymiş. İşin garibi Ada bunu modern bilgisayarların icadından çok uzun zaman önce düşünmüş. Aslında Ada tarihin ilk bilgisayar programını yaratmış.


                                                        ÇEVİRENLER: Ecem Tokat,  Nisa Nur Şahin, İpek Ataç, Begüm Susal


[1] Tarihte ilk basit hesap makinesine verilen isimdir.

Comments

Popular posts from this blog

Ateş Prensesi

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/cuentos-infantiles/la-princesa-de-fuego-cuento-de-amor-para-ninos/#:~:text=a%20los%20ni%C3%B1os-,El%20cuento%20de%20amor%20de%20'La%20princesa%20de%20fuego'%20para,y%20sincero%20a%20la%20vez Çeviren: Halil İbrahim Karakuş Bir zamanlar çok zengin, bilge, güzeller güzeli bir prenses varmış. Zenginliğinden dolayı ona yalandan ilgi gösterenlerden bıktığı için kendisine en değerli, en samimi ve en içten hediyeyi getiren kişiyle evleneceğini halka duyurmuş. Saray; çiçeklerle, türlü türlü renkte ve çeşitte hediyelerle, aşık şairlerin benzersiz aşk mektuplarıyla dolup taşmıştı. Bunca harika hediyenin arasında gözüne bir taş ilişti; bu sıradan ve kirli bir taşmış. Merakla bu hediyeyi getiren kişiyi çağırmış. Merakına rağmen hediyeyi getiren kişi huzuruna geldiğinde prenses biraz kırgın gözüküyormuş, sonra genç adam anlatmaya başlamış:  - Bu taş size hediye edebileceğim en değerli şeyi temsil ediyor prenses, yani kalbimi. Ayrıca çok i

Büyük İskender ve Diyojen

Diyojen'in adını duyan Büyük İskender onunla tanışmak istiyordu. Bu yüzden bir gün filozof güneşin altında uzanırken İskender onun karşısına geldi. Diyojen de o muhteşem genç adamın varlığını fark etti. Güneş ışığının artık vücuduna düşmediğini kontrol edercesine elini kaldırdı. Karşısındaki yabancı ve kendisi arasındaki elini indirdi ve ona bakmaya başladı. Diyojen için kim olduğunun bir önemi yokmuş gibi görünüyordu, ya da belki kim olduğunu bilmiyordu. Konuşma sırası tekrar imparatora geçti: "Adını duydum, Diyojen. Sana hem köpek diyenler var, hem bilge. Bilmeni isterim ki ben seni bilge sayanlardanım ve hayata karşı olan tavrını, erdemli insanları ve siyası insanları neden reddetttiğini tam olarak anlayamasam da itiraf etmeliyim ki fikirlerin beni oldukça etkiliyor. Diyojen, İskender'in söylediklerini pek ciddiye almıyor gibi gözüküyordu. Tersine, hareketleriyle rahatsız olduğunu belli etmeye başlamıştı. Elleriyle Büyük İskender'in arkasından sızan güneş ışığı

Sihirli Okyanus Ağacı Ger

Efsaneye göre Kankaguy adındaki küçük bir adada mutlu ve dost canlısı insanlar yaşarmış. Bu adada yaşayanlar tarım ve balıkçılıkla uğraşırmış. Bir gün adada kuraklık dönemi başlamış ve zamanla adanın tüm su kaynakları kurumuş.  Kankaguy halkı çok üzülmüş çünkü ellerindeki tek su denizdeki tuzlu suymuş. Bitkilerini nasıl sulayacaklarını ve içmek için nereden su bulacaklarını kara kara düşünmeye başlamışlar.  Sıcak bir günde, Kankaguy prensi Babur ve kız kardeşi Alim yeni bir su kuyusu aramak üzere yola koyulmuş. Çok yol katetmişler ve tam vazgeçip geri dönmek üzereyken daha önce hiç görmedikleri dik bir kayalık dikkatlerini çekmiş. Tam ortasında da bir mağaranın girişi bulunuyormuş. Alim her zamanki meraklılığıyla abisini mağaraya girmeleri için ikna etmiş.  Bir süre sonra mağaranın çıkışından gelen bir ışık görmüşler. Dışarı çıktıklarında çok şaşırmışlar, kumsalın ortasında çok güzel bir ağaç duruyormuş. Suyun içindeki güçlü köklerinin etrafı güzel çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç.