Skip to main content

Ada Lovelace Grupo 2

 ADA LOVELACE

MATEMÁTICA


Había una vez una niña llamada Ada a quien le encantaban las máquinas. También le fascinaba la idea de volar. Estudió a muchas aves para descifrar el equilibrio exacto entre el tamaño de las alas y el peso del cuerpo.


Probó distintos materiales y realizó múltiples diseños. Nunca logró planear como un ave, pero creó un hermoso libro de ilustraciones llamado Flyology (Vuelología), en donde anotó todos sus hallazgos.




Una noche, Ada asistió a un baile donde conoció a un viejo matemático                               cascarrabias llamado Charles Babbage. Ada también era una matemática brillante, así que no tardaron en convertirse en buenos amigos. Charles la invitó a ver una máquina que había inventado. Se llamaba máquina diferencial, y podía sumar y restar números de forma automática. Nadie nunca había hecho algo así.


Ada estaba fascinada.

—¿Y si construimos una máquina que haga cálculos más complejos? —le preguntó a Charles. Ambos pusieron manos a la obra. Estaban muy emocionados. La máquina era descomunal y requería un enorme motor de vapor. Pero Ada quería llegar más lejos.


—¿Y si logramos que esta máquina toque música y muestre

letras además de números?

Lo que Ada estaba describiendo era una computadora,

¡mucho antes de que se inventaran las computadoras modernas!

De hecho, Ada creó el primer programa computacional de la

historia. 



ADA LOVELACE

MATEMATİKÇİ


Bir zamanlar makineleri çok seven Ada isimli bir kız yaşardı. Bir kuş gibi uçma, özgürce göklerde süzülme fikri onu cezbederdi. Kanatlarının boyu ile vücutlarının ağırlıkları arasındaki dengeyi anlamak için çeşit çeşit kuşları incelerdi.


Bir kuş gibi uçabilecek bir makine yapmak istedi. Bir sürü malzeme denedi, türlü tasarımlar düşündü. Tüm çabalarına rağmen, tasarladığı makineler bir kuş gibi uçamadıysa da bütün bu çabalarını ve keşiflerini resme dökerek Uçmabilimi (Flyology) ismini verdiği çok güzel bir kitapta topladı.


Ada bir gece katıldığı bir dansta  Charles Babbage isminde yaşlı ve huysuz bir matematikçiyle tanıştı. Ada da harika bir matematikçiydi. Bu sebeple iyi birer arkadaş olmaları uzun sürmedi. Charles Ada’yı icat ettiği makineyi göstermek istedi. İcadının ismi diferansiyel makinesiydi. Bu makine sayıları otomatik olarak toplayıp çıkarabiliyordu. Daha önce hiç kimse böyle bir şey yapamamıştı. 


Ada büyülenmiş gibiydi. 

-Peki daha karmaşık hesaplamalar yapan bir makine geliştirirsek?- diye sordu Charles’a. İkisi de işe koyuldular. Çok heyecanlıydılar. Makine dev gibiydi ve kocaman bir buhar motoru gerektiriyordu. 

Fakat Ada daha da ileriye gitmek istiyordu.


—Peki ya bu makinenin müzik çalmasını ve numaraların yanı sıra harfleri de göstermesini başarabilirsek?

Ada’nın tarif ettiği aslında bir bilgisayardı, hem de modern bilgisayarların icadından çok daha önce!

Esasında tarihin ilk bilgisayar programını yaratan Ada’ydı.


Comments

Popular posts from this blog

Ateş Prensesi

Kaynak: https://www.guiainfantil.com/articulos/ocio/cuentos-infantiles/la-princesa-de-fuego-cuento-de-amor-para-ninos/#:~:text=a%20los%20ni%C3%B1os-,El%20cuento%20de%20amor%20de%20'La%20princesa%20de%20fuego'%20para,y%20sincero%20a%20la%20vez Çeviren: Halil İbrahim Karakuş Bir zamanlar çok zengin, bilge, güzeller güzeli bir prenses varmış. Zenginliğinden dolayı ona yalandan ilgi gösterenlerden bıktığı için kendisine en değerli, en samimi ve en içten hediyeyi getiren kişiyle evleneceğini halka duyurmuş. Saray; çiçeklerle, türlü türlü renkte ve çeşitte hediyelerle, aşık şairlerin benzersiz aşk mektuplarıyla dolup taşmıştı. Bunca harika hediyenin arasında gözüne bir taş ilişti; bu sıradan ve kirli bir taşmış. Merakla bu hediyeyi getiren kişiyi çağırmış. Merakına rağmen hediyeyi getiren kişi huzuruna geldiğinde prenses biraz kırgın gözüküyormuş, sonra genç adam anlatmaya başlamış:  - Bu taş size hediye edebileceğim en değerli şeyi temsil ediyor prenses, yani kalbimi. Ayrıca çok i

Büyük İskender ve Diyojen

Diyojen'in adını duyan Büyük İskender onunla tanışmak istiyordu. Bu yüzden bir gün filozof güneşin altında uzanırken İskender onun karşısına geldi. Diyojen de o muhteşem genç adamın varlığını fark etti. Güneş ışığının artık vücuduna düşmediğini kontrol edercesine elini kaldırdı. Karşısındaki yabancı ve kendisi arasındaki elini indirdi ve ona bakmaya başladı. Diyojen için kim olduğunun bir önemi yokmuş gibi görünüyordu, ya da belki kim olduğunu bilmiyordu. Konuşma sırası tekrar imparatora geçti: "Adını duydum, Diyojen. Sana hem köpek diyenler var, hem bilge. Bilmeni isterim ki ben seni bilge sayanlardanım ve hayata karşı olan tavrını, erdemli insanları ve siyası insanları neden reddetttiğini tam olarak anlayamasam da itiraf etmeliyim ki fikirlerin beni oldukça etkiliyor. Diyojen, İskender'in söylediklerini pek ciddiye almıyor gibi gözüküyordu. Tersine, hareketleriyle rahatsız olduğunu belli etmeye başlamıştı. Elleriyle Büyük İskender'in arkasından sızan güneş ışığı

Sihirli Okyanus Ağacı Ger

Efsaneye göre Kankaguy adındaki küçük bir adada mutlu ve dost canlısı insanlar yaşarmış. Bu adada yaşayanlar tarım ve balıkçılıkla uğraşırmış. Bir gün adada kuraklık dönemi başlamış ve zamanla adanın tüm su kaynakları kurumuş.  Kankaguy halkı çok üzülmüş çünkü ellerindeki tek su denizdeki tuzlu suymuş. Bitkilerini nasıl sulayacaklarını ve içmek için nereden su bulacaklarını kara kara düşünmeye başlamışlar.  Sıcak bir günde, Kankaguy prensi Babur ve kız kardeşi Alim yeni bir su kuyusu aramak üzere yola koyulmuş. Çok yol katetmişler ve tam vazgeçip geri dönmek üzereyken daha önce hiç görmedikleri dik bir kayalık dikkatlerini çekmiş. Tam ortasında da bir mağaranın girişi bulunuyormuş. Alim her zamanki meraklılığıyla abisini mağaraya girmeleri için ikna etmiş.  Bir süre sonra mağaranın çıkışından gelen bir ışık görmüşler. Dışarı çıktıklarında çok şaşırmışlar, kumsalın ortasında çok güzel bir ağaç duruyormuş. Suyun içindeki güçlü köklerinin etrafı güzel çiçeklerle çevrili kocaman bir ağaç.